Bolivya Eski Devlet Başkanı Evo Morales 2010 yılında Bolivya’da düzenlenen İklim Değişikliği ve Yeryüzü Ana Hakları Konferansı’nda şu cümleyi kurdu: “Ya kapitalizm ölecek ya yeryüzü ana!”.
Yeryüzü ana ya da diğer değişlerle doğa, tabiat, ekosistem artık adına her ne derseniz. Ülkemizde genelde doğa ana tabiri kullanılır. Doğa sözcüğü doğmak fiilinden gelir. Doğurganlığı ve dişiliği içerir. Bu sebepledir ki doğa ile ana kelimeleri birlikte kullanılır. Doğa yani yeryüzü, insandan çok önce vardı. 4,5 milyar yıldan daha büyük olduğu düşünülmektedir. İnsan ise çok daha küçüktür. İlk modern insan olan Homo sapiens yaklaşık 300.000 yıl önce Homo heidelbergensis’ten evrimleşmiştir. İlkel yaşayan ve devamlı göç eden insan, tarım devrimiyle birlikte yerleşik hayata geçti. Hayvancılıkla uğraşan bazı gruplar göçebe hayata devam etti. Tüm bu süreçlerde insan ve doğa birbirini tanıdı. Karşılıklı etkileşimlerde bulundu. Tarım faaliyetleri başladı. Beraberinde zararlı ve faydalı böcekleri tanıdılar. Bu tanışma bazı zamanlarda kıtlık gibi kötü tecrübelerle birlikte oldu. Ancak her ne olursa olsun insanın doğaya verdiği zarar tolere edilebilir düzeydeydi. Ta ki sanayi devrimine kadar. Sanayi devrimiyle birlikte makineleşme ve üretim arttı. Teknoloji gelişti, hayat kolaylaştı. Ancak bu kolaylaşma beraberinde tüm dünyayı yok oluşa sürükleyen bir sistemin de önünü açmış oldu: Kapitalizm
Artık her şey sömürüye dayanmakta idi. Sermayenin yükselişi daha çok sömürüyü beraberinde getirdi. Daha fazla kar, daha fazla üretim, daha fazla sömürü ve daha fazla ucuz iş gücü. Üretim arttıkça insan köleleşti, üretim arttıkça insan fakirleşti. Çünkü üretim sermayeyi elinde bulunduran bir avuç azınlık için arttı. Üretileni onlar paylaştılar. Üretileni üretenlerin tüketmediği bir sistemdi bu. Bu gerçekleşirken beraberinde ve doğru orantılı olarak doğa tahribatı başladı. Daha fazla üretim için tarım alanlarında tahribat başladı. Örneğin; ABD’deki çiftçiler sahip oldukları teknoloji ile yılda 2 milyar insanı besleyecek tahılı üretiyorlar. Ancak bunun yarısından fazlası gelişmiş ülkelerin et ihtiyacını karşılamak için hayvan yemine ya da bioyakıta dönüştürülüyor. Hidroelektrik santralleri için dereler tahrip edilirken dünya nüfusunun yaklaşık 8 de 1’i 25 bin yıl önce yağan yağmurların biriktirdiği kuyulardaki fosil sularla su ihtiyacını karşılamaya çalışıyor. Rüzgar elektrik santralleri için ormanlar tahrip ediliyor ve yaban hayatı tehlikeye atılıyor. Örnekler çoğaltılabilir. Doğanın kaynakları sonsuz değildir. Hele ki aç gözlü kapitalizme kesinlikle dayanamaz. Son 60 yılda dünya nüfusu 3 kat arttı. Bununla orantılı olarak tüketim arttı. Tüketimden yani arz talep dengesinden dolayı üretim arttı. Üretim tahribatı arttırdı. Son 70 yılda avlanan balık sayısı 5 kat arttı. Avlanma bölgeleri azaldı, tarım arazilerinin verimliliği azaldı.
Doğanın tahribatından çokça bahsettik. Peki doğa-insan ve kapitalizm ilişkisini daha anlamlandırırsak doğanın tahribatı kapitalizmin büyümesine ve insanın daha da yoksullaşmasına sebep oldu. Dünya zenginlikleri bir avuç insanın elinde bulunuyor. Hatta veriler öyle korkunç ki dünya zenginliğinin yarısı yüzde 2’lik bir dilime ait. 1 milyar insan açlıkla mücadele ederken, her gün 5 bin kişi kirli içme suyundan ölüyor, her 6 kişiden 1 i elektrik, sağlık gibi ihtiyaçlardan yoksun. İşte kapitalizmin doğaya ve insana etkilerinden birkaç örnek. Ekoloji için de, yoksulluk için de insan gibi yaşamak için de kapitalizm ile mücadele şart. İnsan doğaya egemen olmak yerine doğa ile uyumlu bir hayat yaşamaya evrilmelidir ki kapitalizm değil insan kazansın, doğa kazansın.
Facebook Yorum
Yorum Yazın